EBCED İLMİ NEDİR
Ebced İlmi, bir hesaplama çeşidi olup, Arap alfabesindeki her harfin bir rakam değeri olduğu kabul edilerek yapılır. Harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi şeklinde de tarif edilmektedir.
Arap harflerinin ebced düzenine göre dizilişinin Hazret-i Âdem’e (A.S.) dayandığı rivâyet edilir. Romalıların bu sistemle rakamlar kullandıkları bilinmektedir. Bu sistemin, İbrânîce ve Ârâmîce’nin de etkisiyle Nabatîce’den Arapçaya geçmiş bulunduğu ve Hz. Peygamber (S.A.V.) devrinde de olduğu gibi kullanıldığı bilinmektedir.
Bu düzenleme ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bu sayısal değerler âlimler, edebiyatçılar ve şâirler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Şâirler ve edipler, yazdıkları eserlerde ebced hesabını kullanmışlar ve harflere verdikleri rakamsal değerler ile önemli tarihleri kaydetmişler; zaman içinde bu yöntem yaygınlaşma ve gelişme göstermiş; âdetâ Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak olgunlaşmış ve adına da EBCED HESABI, EBCED İLMİ veya CİFİR İLMİ denmiştir.
Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivâyetlere işaret edilmiş “Bu ilme, ancak âhirzamanda gelecek olan Hz. Mehdî, hakkıyle vâkıf olur” diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.
Sonuç olarak; Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah’ın ilminde, irâdesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir ön bilgiye veya tahmine sahip olamaz.
Güzel bir tevafuktur ki, Ebced İlmi sisteminin asıl adı olan “Ebû câd” kelimesinin matematik değeri, 17 dir. İslamın ortaya çıktığı sırada, Mekke’de yazı bilenlerin sayısı da 17 idi.
Ebced’in nümerik olarak değerlendirilmesi şu şekildedir:
Bu ilim, Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) tarafından haram olarak hüküm verilip yasak edilen bir ilim tarzı değildir.
CİFİR (EBCED HESABI) İLMİ
Cifir ilmi, İslâmiyetten önce bazı Yahudî ve Hristiyan âlimleri tarafından amacından çıkartılarak kullanılmış olsa bile, İslâmiyetle birlikte, başta İmam-ı Ali ve Ca’fer-i Sâdık ve Muhyiddin-i Arabî ve İmam-ı Gazalî ve Beyazıd-ı Bistamî gibi İslâm büyükleri onu çok hayırlı ve menfaatli işlerde kullanmışlar ve onu gerçek amaç ve hedefine yönlendirmişlerdir.
Ebcedin kelimeleri islâmiyetten önce, iki ehl-i kitap olan Yahudî ve Hristiyanlarda yirmi iki harf şeklinde kullanılmaktaydı. Sonra, islâm âlimleri Kur’an harflerinin tamamı olan 28 harfi tamamlamak üzere altı harfi daha ilave ettiler.
Daha sonraları ise havass, tılsımat ile uğraşan bazı ulema, Ebcedi iki tarzda hesaplayarak, bazı âyetlerin tılsım ve tevafuklarını gerçekleştirmişlerdir.
Ebcedin bu iki tarzını “Ebced-i Kebir” ve “Ebced-i Sagir” diye adlandırmışlardır.
Türkçe telaffuzunda yanlış olarak “Cifir” diye kullanılıyorsa da, aslı Arabça’da “Cefir”dir. Anlamı,”küçük buzağı” demektir. Bu ilmin bu isimle anılma sebebi ise, Hz.Ali’nin (R.A.) diğer bir rivayette Cafer-i Sadık’ın bu ilmin esas plân ve krokisini bir küçük buzağı derisine yazmış olmasından kaynaklanır.
Peygamberimiz’in (S.A.V.) hadîslerinde Ebced ve Cifir’e dair, hafif bir îma ile teşvik ettiği, kendisine soru soran Yahudi âlimlerine aynı ilimle cevap vermesi ve bu ilimlere işaret ettiği bilinmektedir.
Ebcede teşvik eden bir hadîs-i şerif meali şöyledir:
“Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah’tır. Yahud Allah isminden bir harftir. “Ba” Allah’ın hâlk ve icadıdır. “Cim”, Allah’ın behcetidir. “Dal” ise, Allah’ın dinidir.”
İslam tarihinde Cifir ve Ebced İlmi o kadar etkili ve bilimsel olarak kullanılmıştır ki, Kur’an-ı Kerim’in nasıl rehber olarak kullanılabileceğine dair inanılmaz örnekler göstermişlerdir.
EBCED ÖRNEKLERİ
İstanbul’un fethi için gerekli hazırlıkları ve altyapıyı oluşturan Fatih Sultan Mehmet Han bir türlü surları aşarak şehre giremez. Bir taraftan Hristiyanlar; “İstanbul kutsal şehirdir, hiç kimse bu şehri alamaz” diye propaganda yapmaktadırlar.
Fatih Sultan Mehmet, vezirleri, komutanları ve ulemayı toplar. Onlarla istişare eder. Neden şehrin alınamadığını sorgular. Bir kısım ulema; “Padişahım bu şehri ancak Mehdi alacaktır. Rivayetlerde böyle gelmiştir. Dolayısıyla bu şehrin alınması kolay değildir. Muhasarayı kaldıralım” derler.
Bunun üzerine orada bulunan Akşemsettin Bey; “Ben bu konuyu araştırayım. Toplantıya yarın devam edelim” der.
Ertesi güne kadar gerek kaynaklardan aramaya gerekse manevi olarak “Murakabeye” varır. Ertesi gün istişarede,
“Padişahım bu şehrin alınması size müyesser olacaktır. Kuşatmaya ve mücadeleye devam edelim. Sakın muhasarayı kaldırmayalım” der.
Ulemanın bir kısmı sorar?
“Siz buna nasıl kanaat getirdiniz. Deliliniz nedir? Keşif ve rüya şeraitte delil değildir. Bize kesin delil getirmen gerekir”derler.
Akşemsettin;
“Kur’ân-ı Kerimde geçen ‘Beldetün tayyibetün’ (Sebe, 34:15) doğrudan Mekke’ye işaret eder. Şeddesiz 8 harfi ile hicretin 8. senesinde fethedileceğine işaret eder. Aynen vaki olmuştur. Mekke’den sonra “Güzel belde” peygamberimizin “güzel ordu ve güzel asker” tarafından fethedileceği müjdelenen ikinci beldedir. Bu da ebced hesabı ile yine şeddesiz 857 eder. Bu sene hicrî 857 senesidir. İnşallah bu fetih bizlere nasip olacaktır” der.
“Peygamberimizin (S.A.V.) ‘Mehdi İstanbul’u fethedecektir’ hadisine ne dersiniz” dediklerinde
“Evet, hadis-i şerif doğrudur. Ancak o zaman Deccal İstanbul’a hâkim olacaktır. Mehdi tesbihler ve tekbirlerle Deccalın elinden yeniden alacaktır” cevabını verir.
Kuşatmaya devam edilir ve İstanbul fethedilir. Bu sebepten dolayıdır ki Fatih Sultan Mehmet;“Ben, İstanbul’un fethinden çok içimizde Akşemsettin gibi bir âlimin bulunmasından dolayı seviniyorum. Onun yanında benim dizlerimin bağı çözülüyor”demiştir.
Bu örnekte görüldüğü gibi Akşemsettin gelecekten haber vermemiş, ancak Kur’ân-ı Kerim’in bir i’cazını delil getirerek ve bu i’câzın ortaya çıkmasına Ebced ilmi ile olduğunu beyan ederek, İstanbul’un 857 hicri tarihinde fethedileceğine Kur’ânın işaret ettiğini ifade etmiştir. ‘Ben böyle diyorum’ dememiş, bilakis ‘Kur’ânın bu işaretinden bunu anlıyorum’ demiştir.
Mimar Sinan, eserlerinde, boyutların modüler düzeninde çok sık kullanılmıştır. Temeli İslâmi kavramlardan oluşan bu düzene örnek olarak; Süleymaniye’de zeminden kubbe üzengi seviyesi 45, kubbe alemi 66 arşın yüksekliktedir. Ebced’e göre Âdem 45, Allah 66 etmektedir. Yine Selimiye’de kubbeyi taşıyan 8 ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi buradan itibaren 66 arşındır. Süleymaniye ve Selimiye’nin görünen silüetleri 92 arşındır ki, bu da “Muhammed” kelimesinin karşılığıdır.
VEFK İLİMLERİNDE CİFİR
Ebced hesabı ve Cifir, vefk ilminde, astrolojide, tarih düşürmede ve define aramada kullanılmıştır.
Ebced hesabının en fazla kullanıldığı yer hiç şüphesiz tarih düşürmedir. Bunun için o olayın tarihini verecek ustalıklı bir kelime veya mısra söylenir ki, hesaplandığında o olayın tarihi ortaya çıkar. “Tarih düşürme sanatı” adı verilen bu sanat, divan edebiyatı boyunca kullanılmış ve kitabelerde yer almıştır.Eski ve gelecek olayların tarihlerini bulmada Kur’an ve hadislerden yapılan çıkarımlarla geçmiş ve gelecek olaylara ait tahminler yapılmıştır. İstanbulun Fethinin “beldetun tayyibetun…” cümlesinden çıkartılması gibi.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’ye yaşını sormuşlar, cevap olarak,
“Hüdâ’dan bir küçüğüm, varın siz hesaplayıp bulun!” diye cevap vermiş.
Hüdâ= (Hı)600 + (Dal)4 + (Elif)1 = 605 eder. Bu rivayete göre Mevlânâ 604 hicrî yılında doğmuş oluyor. Mevlânâ Hazretleri’nin ölümü ise İbret’i ifade eder. (Ayn)70 + (Be)2 + (Re)200 + (Te)400 = 672
İslam ve tasavvuf araştırmacısı Prof.Annemarie Schimmel’e göre, müselles (üç haneli kare) diye bilinen, bütün yatay ve düşey satırlarda olduğu gibi, çapraz hatlarda da rakamlarının toplamı 15’i veren bir maharetli karenin İslâmî gelenekte çok yaygın bir yeri vardır.
Bu karenin, diğer adıyla Vefk’in bu değeri, semâvî kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bu (sihirli/maharetli) karede yer alan harfler, “B-Tı-D-keskin Z-H-C-V-elif-noktasız Hı” harfleridir. Vefkte bazen kendileri, bazen de ebced değerleri yazılan bu dokuz adet ebced harfinin, ilk defa Hz. Adem (A.S.)’e vahiy olarak geldiğine dair yaygın bir kanaat vardır. Karede yer aldıkları şekilde, sözkonusu dokuz harfin yukarıdaki sıraya göre, üçer üçer ebced değerleri şöyledir: 2+9+4=15, 7+5+3=15, 6+1+8=15
Söz konusu meharetli kare, İmam-ı Gazalî tarafından da kabul görmüş, “bir tılsım olarak tesiri tecrübe ile sabit olduğu” ifade edilmiştir. Öyle ki, zamanla, Gazalî’nin karesi (müsellesü’l-Gazalî) şeklinde ün yapmıştır. Aslında bu etkin fonksiyona sahip karenin harfleri, Hz. Ali tarafından da, sırlı olarak kabul gördüğünü gösteren ifadeleri vardır. Esrarlı olduğu bilinen Celcelûtiye kasidesinde, Hz. Ali “Bi sırrı buduhin echezatın /betadin zehecin bi vahi’l-vehâ..”diyerek, bu sırlı harfleri, diğer bir kaç harfle beraber, münacatta kullanmıştır.
Celcelutiye Duası Ebced Hesabına Göre Yazılmıştır:
Hz. Ali’nin (R.A.) en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan sona kadar ebced hesabı ve cifir ile düzenlenmiştir. “Bede’tu bi bismillah” cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali’nin ismini gösteren ve “Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz.Muhammed’in (S.A.V.)’in amcasının oğlu Ali’nin makalesidir” anlamına gelen:
“Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat” beytiyle sona ermiştir. kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekildedir.Alimlere göre; Ebced Hesabı, esrarın anahtarıdır.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok açıdan mucizevî yönleri olduğu gibi, kelimelerinde, cümlelerinde ve nazmında da birçok harikalar vardır. Madem ki, Kur’an’ın ayet ve kelimelerinin gösterdiği gerçeklerde mucize izleri vardır, elbette o ayet ve kelimeleri oluşturan harflerinde de onun mucizevî işaretleri olacaktır.
Allah’ın, sonsuz ilmiyle her şeyi nasıl kuşattığını ve her şeyi nasıl bir, bir saydığını gösteren tevafuk tablolarının ve kelimelerin aritmetik değerlerinin, Kur’an nezdindeki değerini anlamak için Kur’an’ın kendisine bakmak yeterlidir.
1- “Allahumme Malike’l-mülk” (Ali İmran, 3/26) İfadesi:
a. Bu ayette söz konusu olan “Allah” ve “Malik” isimlerinin buraya kadar ki tekrar sayısı: 319’dur.
b. Bu ifadenin ebced değeri de 319’dur.
c. Bu ifadenin yer aldığı ayet, Kur’an’ın 319. ayetidir.
Bu ayet-i celile, tevafuk lisanıyla diyor ki: Mülkün maliki olan Allah, Kur’an’ın da sahibidir. Bütün mülkünü tek tek sayıp bildiği gibi, Kur’an’ın her tarafını da tek tek sayıp biliyor. Bu ise, Kur’an’ın O’ndan geldiğini gösterir.
2- “İnneke le mine’l-mürselîn” :
Bilindiği gibi, Hz.Muhammed (S.A.V.) 611 tarihinde peygamber olarak gönderilmiştir. Bunu ilan eden: “Şüphesiz Sen gönderilmiş peygamberlerdensin” mealindeki ayet, Kur’an’da iki yerde zikredilmiştir (Bakara,2/252; Yasin, 36/3).
Ayetin asıl metni:“İnneke le mine’l-mürselîn” cümlenin harf sayısı (okunmayan vasıl hemzesi hariç) 13’tür. 13 harften meydana gelen bu cümlenin ebced değeri ise, 13’ün 47 katı olan 611’dir. Ayetin matematik değeri, anlamını teyid etmekte ve O’nun –miladî olarak- peygamber olduğu tarihi vermektedir.
Bu bağlamda görülen bu tevafukları kör tesadüf rüzgârlarına havale etmek doğru değildir.
3. “Eğer seni vefat ettirirsek..”:
Kur’an’da Hz.Peygamber’e (S.A.V.) hitaben “Eğer seni vefat ettirirsek..” cümlesi üç defa geçmektedir. Bu cümle açıkça, Hz.Peygamber’in (S.A.V.) vefatından söz etmektedir. Geçtiği üç sure ve ayet numaraları da, Hz.Peygamber’in (S.A.V.) ömrü olan, 63’ü gösteriyor. Ayet ve Sure numaraları şöyledir: Yunus 10 /46, Ra’d 13/40 ve Ğafir 40/77. Buna göre, ayet numaralarının toplamı: 163’tür. Sure numaralarının toplamı ise, 63’ tür.
“Eğer seni vefat ettirirsek” cümlesinin harf sayısı, 9’dur. 63 sayısı ise, 9’un 7 katıdır.
Vefatı haber veren bu cümlenin -harfleriyle beraber- ebced değeri, 632’dir. Bu da Hz. Peygamber (S.A.V.)’in miladi vefat tarihidir. İşte tevafuk penceresinden gaybî haberlerin aşikar bir görüntüsü!
Kur’ân’ın her kelimesi ve kelimelerdeki her bir harf Allah’ın ilim ve iradesiyle, özellikle belirli maksatlar ve mânalarla seçilmiştir. Her harfin yerine göre özel bir vazifesi vardır. Allah’ın ilmi, ezeli ve ebedi olmasından, onun kurmuş olduğu cümle ve kelimeler harf ve virgülüne kadar mana ve hikmet içerir. Gereksiz ve kısır kelimeler bulunmaz, her yönü ile manidardır. Bu etraflı ve geniş manaları sıradan ve avam insanlar her yönü ile idrak edemezler. Ancak ehil olan zatlar, bu hikmet ve manaları idrak edebilirler. Kimi zatlar ilmî kuvveti ile, kimi zatlar kalbî kuvveti ile, kimileri de Allah’ın inayeti ile vehbi bir tarzda Kur’an ve hadisin o geniş ve ince manalarını keşif ile tespit ediyorlar.
İnsanların hepsini anlayış, idrak ve hissediş bakımından aynı ve eşit görmek hem fıtrata, hem sosyoloji ilmine hem de realiteye aykırı bir tutumdur. Onun için Kur’an ve hadisleri sadece zahirî(görünen) anlamına indirgeyip, diğer ince ve latif manâlarını ve onu anlamakta ehil olan uzman kişileri yok sayıp inkar etmek, hamakat örneğidir.